Yazar | Mesaj #955 2015-12-24 16:36 GMT |
|
BİLİM İNSANLARI HUNZA TÜRKLERİ'Nİ İNCELİYOR
Hunza Türkleri Hun Türklerinden geliyor. Pakistan ve Hindistan sınırında yaşayan bu insanların çok ilginç bir özelliği var... ÖLÜMSÜZ İNSANLARIN VADİSİ: HUNZA Karakurum’un kayalık zirvelerinin ayakucunda, eskiden ulaşılmaz olan Hunza Vadisi, onunla karşılaşan ilk kaşiflere Yeryüzü Cennetinin efsanevi tasviri, bir Shangri-la, insanoğlunun doğayla olan mükemmel ilişkisinin halkın tümü tarafından yeniden canlandırılması olarak görünmüştür. Hunzakut’lar topraklarını, yürekten sevilmesi ve özenle korunması gereken, Tanrının özel bir armağanı olarak kabul etmektedirler. Bu da doğal olarak, aynı zamanda mutluluk kaynağı olan ve ödülü tadına doyum olmayan bir gıda, benzersiz bir uzun ömür, mükemmel bir sağlık ve dopdolu bir yaşam olan bir gündelik çalışmayı gerektirmektedir.” Coğrafi saptamalar Keşmir’in dağlık bölgesi olan Karakurum’u Himalayalarla karıştırmamak gerekir. Hunzalıların kaşifleri onları çoğu zaman Himalayalarda konumlandırır. Aslında, dünyanın en yüksek zirveleri arasında olan (8000 metreye kadar yükselirler) Karakurum’un kayalık dorukları, Himalayalarla Indus (3040 km uzunluğundaki Orta Asya nehri) arasında ve Afganistan’ın kuzeyindeki bir sıradağ olan Hindukuş’un yakınında yükselirler. Pakistan’da, Tacikistan, Çin, Afganistan ve Hindistan sınırlarında 1600 metre ila 2400 metre arasında değişen bir irtifada yer alan vadi yaklaşık 160 kilometrelik uzunluğa sahiptir. Eğer vadinin diğer yamacında yaşayan komşuları Nagir’leri de dahil edersek Hunzalıların nüfusu toplam 35,000 kişiyi bulmaktadır. Sözlü geleneğe göre Hunzakut’ların (Hunzalı yerine tercih ettikleri deyim) kökeni, bundan yaklaşık 3000 yıl öncesine, Büyük İskender’in İran’lı kadınlarla evlenerek buraya yerleşmeyi tercih eden üç askerine dayanır. Hunzalılar iri yarı, beyaz tenli ve eski Yunanlılara benzer bir fiziksel görünüşe sahiptirler. Korku saçan savaşçılar, silah olarak ok ve kılıç kullanıyorlardı. Arazilerinden geçecek kervanlar, güvenli geçişleri karşılığında Mir’e (Hunzalıların kralı) vergi ödemek zorundaydı. Hunzalılar, İngilizlerin egemenliği altına girdikleri 1891 tarihine kadar bu –haklı- eşkıyalıklarını sürdürmüşlerdir. İsimlerinin kökeni “Bir sadak (ok kabı) içerisindeki oklar gibi birbirilerine bağlıdırlar”. Girki’ler, Buruşos’ların bu toplumsal bağlılığından öylesine etkilenmişlerdir ki, bu halkın yaşadığı tüm vadiye Buruşaski dilinde ok anlamına gelen Hunza adını vermişlerdir. Kendilerine pek de benzemeyen komşuları Nagir’lerle birlikte yalnız onların kullandığı Buruşaski dili nedeniyle onlara eskiden ‘Buruşoslar’ deniliyordu. Konuştukları dilin komşu toplulukların konuştuğu Hint-Avrupa kökenli dillerle herhangi bir bağı olmaması dilbilimcilerin kafasını karıştırmıştır. En az şaşırtıcı olan varsayım bu dili kafkas kökenli dillerle bağdaştırandır. Ancak Bask diliyle benzerlikler içerdiği düşüncesi de destek görmektedir. Ne olursa olsun, konunun uzmanları bu dilin sonsuz nüanslara sahip olağanüstü zengin bir dil olduğunda hemfikirdirler. Kendi kendine yeterli (otarşik) bir yönetim Ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken, Hunzakut’ların tümüyle kendi kendine yeterli yaşam tarzı olmuştur. Bu dağlık vadide, yüzyıllar boyunca arabayla taş ve toprak taşıyarak, teras şeklinde bahçeler oluşturmuş ve bunları sulamak için, buzulların eriyen sularını biriktirmelerini sağlayan taştan muhteşem bir sulama sistemi geliştirmişlerdir. Taş kanallar suyu doğrudan bahçelere kadar taşımaktadır. Suyun kullanımını çok katı kuralları olan bir yasa düzenlemektedir: her bir bahçe sahibi yalnızca belirli dönemlerde sulama yapabiliyor ve akan suyu ihtiyaç durumuna göre konumunu değiştirdiği büyük bir taş yardımıyla yönetmektedir. Hunzalılar, besinlerinden mahrum kalmak pahasına toprağı fazla suya boğmamak gerektiğini tecrübe ederek öğrenmişlerdi ve bu yüzden toprağın emebileceği su miktarını titizlikle kontrol etmekteydiler. Daha yukarılardaki dağlık kesimlerde, kuraklık zamanında ihtiyat işlevi gören bir sarnıç da kazdılar. Havanın uzun süre kapalı olduğu bulutlu günlerin yaşandığı dönemlerde, güneş buzulları eritmediği için su eksikliği yaşanmaktadır. Konumu itibariyle çok güneş alan vadiye her yıl ortalama yalnızca 5 cm yağış düşmektedir; öte yandan John H.Tobe tarafından derlenen tanıklıklara göre, on yıllardır buzulların önemli oranda eridiği ve küçüldüğü gözlenmektedir. Buzullardan gelen sular mineral açıdan çok zengindirler ve yerli halkın dikkat çekici uzun yaşamıyla ilgilenen bilim adamları, suyun toprağın yeniden beslenmesinde olduğu kadar onu içen Hunzalıların sağlığı açısından da çok önemli unsurlardan biri olduğunu kabul etmektedirler. Hunzakut’lar içtikleri suyun dışında, tükettikleri yiyeceklerle de birçok araştırmaya konu olmuşlardır. Tamamıyla kendi kendine yeten bir tarzda yaşamakta ve geçimlerini tümüyle tarımsal ürünlerden, hayvanlardan ve bazı yabani bitkilerden sağlamaktadırlar. Beslenmelerinin temeli olan kayısı ağaçları gibi bilhassa meyve ağaçları yetiştirmektedirler. Kayısının yanı sıra elma, armut ve ceviz ağaçlarıyla birlikte biraz da bağcılıkla uğraşmaktadırlar. Karabuğday, arpa, darı ve kabayonca gibi tahıllar ve özellikle de şappati adını verdikleri mayasız bir ekmek yaptıkları buğday ekmektedirler. Unu depolamadıkları için, kullandıkları tohumlar taş üzerinde günlük olarak öğütülmektedir. Kayısı Hunzalıların beslenmelerinin temel taşını oluşturmaktadır (bakınız beslenmeleri); buradan geçen tüm gezginler sekilerde güneş altında kurumaya serilmiş meyvelerin oluşturduğu portakal renkli geniş örtüler karşısındaki hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Hunzakut’lar hayvancılıkla da uğraşmaktadırlar: inekleri, keçileri ve yakları vardır. Bunların sütü yağa dönüştürülmektedir. Elde ettikleri yağdan çok, aylarca hatta yıllarca muhafaza edilebilme özelliğine sahip bir peynire benzemektedir. Yağ kayın ağacı kabuğuna sarılıp buzullardan gelen soğuk su içerisinde dondurularak etkili ve dayanıklı kılan bir muhafaza işleminden geçirilmektedir. Bu yağı biraz ısıtarak durulaştırıyor ve Ghee adını verip şappati’lerinin üzerine sürerek tüketiyorlar. Toprakları yoğun bir hayvancılığa elverecek kadar verimli değildir. Dolayısıyla, yalnızca sert kış koşullarında olmak üzere çok az et tüketmektedirler. Hunzalıların kendi kendine yeten yönetim şekli beslenme tarzlarıyla sınırlı değildir. İnceliği ve dayanıklılığı nedeniyle oldukça rağbet gören koyun ve yak yününü dokuyor, çok farklı renklerde kumaşlar ve dokunması elli yıl sürmesiyle ünlü halılar yapmaktadırlar. Aynı şekilde marangozluk, demircilik, kunduracılık gibi tüm zanaatları biliyorlar. Malzemeyi hiç ziyan etmeden hayvanlarının derilerinden, dağlık patikalara ve iklime çok uygun olan ayakkabılar üretiyorlar. Eskiden yakların boynuzları bile toprağı kazmada kullanılıyordu. Toprak Yönetimi Hunza bahçeleri, en küçük parçasına kadar yüzyıllar süren sabırlı bir emek sonucu yaratılmıştır. Yüzölçümlerinin sınırlı olması nedeniyle, ancak sebatlı ve sıkı bir idareyle ve en önemlisi de doğanın kurallarına azami saygı göstererek toprağın yormamayı becerebilmişlerdir. Topraktan elde ettiklerini ve toprağa ait olanı eksiksiz olarak yine toprağa iade etmeleri gerektiğini tecrübeleri sonucu iyi öğrenmişlerdir. İşlenebilir toprak miktarını genişletmeleri mümkün olmasa da, buzullardan gelen suyun mineral zenginliği büyük yarar sağlıyor. Dönüşümlü tarım yapıyor ve toprağı hayvanlarının dışkılarıyla gübreliyorlar. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, insanların sağlığının toprağın sağlığına bağlı olduğunun bilincindeler. Tobe, Hunzalıların hayvanlarını beslemek için kilometrelerce uzaklarda bitki ve ot arayışa girdiklerini gözlemledi; zorlu yolculukları sırasında buldukları bütün organik maddeleri toplayıp tarlalarına seriyorlar. Batılıların yaptığı gibi bir gübre yığını oluşturmuyor, ancak bunu yetiştirdikleri ürünlerin arasına yayıyorlar. Birçok Doğu ülkesinde geniş bir kullanım alanı olduğunu bildiğimiz insan dışkısına gelince, Hunzalılar bunu üstü özenle örtülmüş bir kuyuda biriktiriyor ve ancak bir ya da iki yıl beklettikten sonra toprağa iade ediyorlar. Hayranlıkla seyredilen bir güzellik Bir manzaranın ya da yerin güzelliğinin, bireylerin psikolojik ve fizyolojik dengesi üzerindeki etkisini herhalde hiçbir araştırma kanıtlayamaz. Halbuki, Hunzalıların yaşadıkları vadinin yüksekliklerindeki dağların muhteşem görüntüsü kimliklerinin ve nam salmış sağlıklarının önemli bir unsurudur. Çağdaş çevrebilimin babası René Dubos, güzelliğe doyumun sağlıkları üzerinde en az beslenmeleri kadar kurucu ve önemli bir unsur olarak çok etkisi olduğunu kabul ediyordu... Evlerinin tümü, kaşif ve ziyaretçilerin tanımıyla benzersiz olanın, Dünyanın Çatısının zirvelerinden biri olan, 8 bin metrelik yüksekliğindeki Rakaposhi Dağının manzarasına sahiptir. John H.Tobe bu durumu bize şöyle aktarır: “Bir mavi gökyüzü fonu üzerinde, olağanüstü kutusu içindeki çok değerli bir mücevhere benzemekteydi. Onu görme ayrıcalığına sahip olmuş insanların, parlak beyazlığı içinde bu dağı neden dünyadaki dağların en güzeli, en görkemlisi, en göz kamaştıranı olarak kabul ettiklerini böylece anlamış oldum; onunla boy ölçüşebilecek başka hiçbir dağ tanımıyorum.” Beslenmeleri Gelelim şimdi onların yaşamını yakından tanıyanların ilgisini çeken beslenme tarzlarına. Tüm sadeliği ve hayvansal proteinlerden büyük oranda yoksun haliyle Batı’daki beslenme uzmanlarını çok etkilemiştir; yüzyıllar boyunca bir kısım doktorun ‘hastalıksız’ olarak tanımladığı bir halkı beslemektedir. Bu beslenme şekli ancak yaşamın bütünüyle, doğanın ritmine ve din kurallarına sıkı sıkıya bağlı oluşuyla birlikte değerlendirilmesiyle birlikte anlaşılabilir. Müslüman ve İsmaili mezhebindirler ve din anlayışları gerçekçi ve köktendinciliğin aşırılıklarına yabancıdır. Müslümanların sabahın 4’ünde kıldıkları sabah namazı zorunlu değildir; sadece en tutkulu olanları camiye gider. Ancak şafakla birlikte hepsi tarlada çalışmaya başlar. Çocuklar ebeveynleriyle birlikte hareket eder ve çok küçük yaşlarından itibaren toprakla uğraşmaya başlarlar. Çok bol olmamakla birlikte sık aralıklarla yemek yerler. Kahvaltıları şappati eşliğinde genellikle bir kase taze ya da tahıllarla birlikte haşlanmış kayısıdan oluşuyor. Saat 10’a doğru aynı yemeğe taze ya da haşlanmış sebze eklenir. Aile reisinin 2, diğer bireylerin ise 1 şappati’ye hakkı vardır. Saat 13 ve 14 arasında, bu kez kışın suda yumuşatılmış yazın ise taze kayısıdan oluşan bir başka bir yemeğe sıra gelir. Ve nihayet 17 ila 19 arasında, şappati dışında, sebze ve mevsiminde, taze erik, şeftali, armut, elma ya da kayısı gibi çeşitli meyvalardan daha besleyici bir öğün yenir. Kayısı bademinden, bazı besinleri kızartma, aydınlatma, derilerini ve saçlarını korumak gibi farklı şekillerde kullandıkları bir yağ çıkartmaktadırlar. Bir ya da iki koyun kestikleri Aralık ayı dışında hemen hemen hiç et tüketmemektedirler. Müslüman olmalarına karşın yılın bu ayında duttan ürettikleri bir tür şarap içmektedirler ancak bu gelenek zamanla kaybolmaktadır. Şappatiler Hunzalıların buğday, arpa ve çavdardan oluşan bir karışımdan ya da bazen sadece buğdaydan ürettikleri mayasız bir yassı ekmektir. Karışım daha sonra suyla yoğurulur, ince galetalar şeklinde açılır çok az pişirilir. Şappatiyi, kimi zaman Ghee adını verdikleri şekilde yani erimiş tereyağıyla birlikte de servis ederler. Kalori Değerlendirmesi ABD’de Amerikalılar yaşları ne olursa olsun, 100 gram protein, 157 gram yağ ve 300 gram karbonhidrattan oluşmak üzere günde ortalama 3,300 kalorilik besin tüketmektedirler. Pakistanlı doktorların yaptığı bir araştırmaya göre Hunza Vadisinde yetişkin erkekler, 50 gramı protein, 36 gramı yağ ve 354 gramı karbonhidrat olmak üzere günde yaklaşık 1,900 kalorilik besin tüketmektedirler. Buradaki protein ve yağlar esas olarak bitkisel kökenlidirler. Tükettikleri karbonhidratlar ise meyve, sebze ve tahıllardan gelmektedir. Amerika’da ise başlıca karbonhidrat kaynağını beyaz şeker ve rafine edilmiş un oluşturmaktadır (Dr.Alexander Leaf, National Geographic, Ocak 1973). Hunzakut’ların beslenme tarzından esinlenerek yapılmış bir deney Mc.Carrison, ikinci bir grup fareye Bengal ve Madras bölgesinin yoksul halkının rejimini uyguladı: pirinç, sebze, bol baharat, biraz da süt. Bunların karaciğer ve beyinleri hariç tüm organlarında birçok hastalık gelişmiştir. Hastalığa yakalanmayan bir halk Doktor Mc.Carrison Hunzalıları “unsurpassed in perfection of physique and in freedom from disease in general” (mükemmel bünyeli ve hastalıktan muaf , eşsiz) bir ırk olarak nitelemekle kalmadı, muaf oldukları hastalıkların bir listesini de yaptı: kanser, gastrik ülser, apandisit, kolik. Karınlarının sinirsel etkilere, yorgunluğa, sıkıntıya, soğuğa duyarlılığın olmadığını fark etti. Ona göre, “yüksek uygarlık düzeyindeki kolonilerle uyuşmayan mükemmel bir karın bölgesi sağlıkları” vardır. Bundan elli yıl sonra, 1960 yılında Hunzalıları ziyaret eden Tobe; safra kesesi veya böbrek taşı, koroner hastalıklar, yüksek tansiyon, kalp kapakçığı lezyonu, zihinsel yetersizlik, çocuk felci, arterit, obesite, şeker hastalığı ve tiroit yetersizliğini de ekleyen bir başka Alman doktorun tanıklığıyla bu listeyi tamamlar. Tobe ziyaret ettiği köylerde hiç engelli insanla karşılaşmadığını beyan etmektedir. Buna karşın, birkaç yaşlıyı inceleyen Dr.Alexander Leaf, hastaların farkında olmadığı miyokart enfarktüs ve çeşitli kalp-damar hastalıklarının varlığına işaret etmektedir. Hunzakut’ların bu efsanevi sağlık portresi biraz fazla abartılmış olabilir mi? Tüm hastalıklardan muaf oldukları varsayımı gerçek mi? Çocuk ölümlülüğünden de muaf değiller. Yaşamlarının son evrelerinde akciğer hastalıklarından ve özellikle de yaşlı kadınlar evde oluşan dumanın etkisiyle göz hastalıklarına yakalanmaktadırlar. Öte yandan Hunzakut’ları inceleyen göz doktorları mükemmel bir görme yeteneğine sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Uzun ömürlülük Hunzakut’lar uzun ömürleriyle nam salmışlardır. Bu konuda arşiv bulunmaması nedeniyle, yaşlıların tam sayısını yaşlarıyla birlikte tespit etmek mümkün olamamıştır. Ancak Tobe, birkaç hafta kalma imkanı bulduğu köylerde yüz yaşın üzerinde 12 ve seksen yaşın üzerinde 100 erkeğin varlığını tespit etmiştir. Bu yaşlılar, yeniden yapılan evliliklerden doğan çocukların da kanıtladığı şekilde, 75 yaşın çok üzerinde dahi çok aktif bir cinsel yaşama sahiptirler. Toprakla uğraşarak ve dağlık patikalarda çok uzun mesafeler kat ederek oldukça normal bir yaşam sürmektedirler. Hunzakut’ların sağlığı ve uzun ömrü genellikle beslenme şekillerine ve kullandıkları suyun mineral zenginliğine bağlanmıştır. Sağlığın yaşamın uyumlu dengesinin bir sonucu olduğu yolunda, yaşam üzerinde tümüyle hipokratik bir anlayışa sahip olan Tobe, Hunzalıların varoluşlarına ilişkin, iklim, irtifa, dünyanın en dağlık bölgesi olan bu diyarda hayatta kalabilmek için geliştirdikleri çeviklilik ve dayanıklılık gibi tüm diğer etmenlere de dikkati çekmiştir. Tutumlarındaki çeviklik kadar, gösterdikleri gayret sırasındaki dirençleriyle de çok etkilenmiştir: “enerji kaybetmeden yürümenin sırrına sahiptirler. Öylesine dirençlidirler ki, yürüdükleri mesafe ve bulundukları irtifa ne olursa olsun, hiçbir zaman mola verme ihtiyacı duymamaktadırlar. Yürüyüş tarzları sıkıntısız, incelikli ve çeviktir; bedenleri dimdiktir; başları yukarıda ve nerede bulunurlarda bulunsunlar bu duruşu muhafaza etmektedirler. Yere çömeldiklerini ya da kendilerini saldıkları görülmemiş bir şeydir” diye yazmaktadır. Çok özel bir denge duygusuna sahiptirler. Çocuk yaştan itibaren başları dönmemektedir. Hunzalılar nehir ya da derin uçurumları aşmak için dağlık ülkelere özgü halat köprüler kullanmaktadırlar. Kadınlar, sabit durmayan oldukça tehlikeli bu köprüleri (üzerilerinde şansını deneyen yabancı kaşifler için tam bir kabus olmuştur), kollarındaki çocuğa rağmen dikkat çekici bir hafiflikte sıkıntı çekmeden aşmaktadırlar. Çocukların çok küçük yaşlardan beri çıplak ayak dolaşmaya alıştırıldığını eklememiz gerekir. Doğum Kadınlarla ilgili olarak, Tobe hiç sıkıntı yaşamadan kolaylıkla doğum yaptıklarına ilişkin tanıklıklarla karşılaştı. Hamileliğin başlangıcından itibaren her türlü ağır işten kaçınıyor ancak ailenin diğer üyeleriyle birlikte doğum anına kadar sürekli olarak tarlada çalışmayı sürdürüyorlardı. Zira buradaki bir halk inanışına göre hamile kadın ne kadar çok çalışırsa, doğum o kadar kolay gerçekleşir ve doğan bebek de o kadar sağlıklı olurdu. Doğumdan hemen sonra anne toprakla uğraşmaya devam eder. Bebek erkekse üç yıl, kızsa iki yıl boyunca anne sütüyle beslenir. Toplumsal örgütlenme Eskiden Hunzakut’ların politik ve dini lideri olan Mir, batılı ziyaretçilere (Shor’lar), bir Hunzalı altın madeni bulduğunda nasıl çok korktuğunu anlatmıştır. Ziyaretçilerin şaşkınlığı karşısında, Mir anlatmaya devam etti: Bu halkın diğer ülkelerde doğal karşılanan oluşumlarla henüz tanışmadığını bilmemiz gerekir: burada hiçbir idari oluşum biçimi; ödeyecek vergi, sağlık sistemi, sigorta, para yoktur. Hunzalılar Batı Pakistan hükümeti tarafından yönetildiğinden beri ne değişiklikler olmuştur? Genç Hunzakut’lar Pakistan Ordusunda görev almak için bölgelerini terk etmektedirler. 1960’lı yıllarda yabancıların bölgeyi ziyareti Mir’in kişisel davetine bağlı olmakla birlikte, kısıtlamalar hafifletilmiş ve Karakurum Karayolunun yapımıyla birlikte batılılar bugün Hunza köylerine rahatlıkla girebilmektedirler. Ortadan kaybolan Mir’in konutu bugün otele dönüştürülmüştür. Yakın zamana kadar, hanedanlığı altı yüzyıla kadar dayanan bir tür kral olan Mir tarafından yönetilmişlerdi. Sayısı beşi bulan her bir Hunza aşireti, Mir ile daimi irtibatta bulunan bir muhtar tarafından yönetiliyordu. Ciddi anlaşmazlıklarda, Mir hâkim görevini üstleniyordu ve kendi başına olabileceği gibi danışmanlarıyla da birlikte verebildiği kararlar kesin ve değiştirilemez nitelikteydi. Başlıca zenginliği toprak olan Hunzalılarda, arazinin sadece oğula aktarılabileceğini belirleyen bir yasa vardır. Buna karşın, kız çocuğu başka varlıkları miras edinebilir ve çeyiz olarak ailesinin bostanından bir meyve ağacı alabilir. Bu ağaç tüm yaşamı boyunca ona aittir: bakımını yapar ve meyvelerini toplar. Hunzalılar Müslüman olmakla birlikle kadınlar başörtüsü kullanmamaktadırlar. Dışarı çıkmakta ve gezmekte serbesttirler ve evleriyle ilgili kararlarda kocalarıyla aynı oranda söz sahibidirler. Ebeveynler eş adayını Hunza aşiretlerden birinden seçiyor (akraba evliliği kesinlikle yasaktır) ancak çocuğun bu seçimi kabul etmeme hakkı vardır. Boşanma olayı çok nadirdir. Eğitim Kültürel özellikler Bu konuda Tobe’nin söylediklerini aktarmakla yetineceğiz: Karakurum Karayolu Bundan yirmi yıl önce, Çinliler ve Pakistanlılar, Sin-Kiang eyaletinden Kuzey Pakistan’ı geçerek Hunza Vadisinin kalbi olan Gilgit’e uzanan ve “Karakoram Highway” adı verilen bir yol inşa etmişlerdir. Bu yolun Asya’nın en önemli ticari damarlarından biri olması hedeflenmişti. Peki, yol şu an ne durumdadır? Hunzalıların ülkesine ulaşımı tartışmasız kolaylaştırıyor ama birçok bölümde toprak kaymaları nedeniyle sürekli olarak hasar görmektedir ve bir ekip devamlı olarak yolun tamiriyle boğuşmaktadır. Konutları Hunzakut’lar antik geleneğin “atrium”unu (eski Roma yapılarında üstü açık avlulara verilen ad) muhafaza eden iki katlı evlerde oturmaktadırlar. Kışın giriş katında yaşamaktadırlar. 21 Mart’ta tüm halk bir balkonun da bulunduğu birinci kata taşınmaktadır. Bir Hunza atasözü şöyle der: “Çatısız bir evi balkonsuz bir eve yeğlerim”. Çünkü bu balkon, Karakurum dağlarının ve özellikle de görkemli Rakaposhi’nin kayalık zirvelerinin muhteşem manzarasına dönüktür. Tören ve bayramlar Hunzalılar yüksek sanatsal nitelikte olan bazı bayramlara sahiptirler (ya da sahiptiler denebilir, zira bu konuya ilişkin güncel veriler bulamadık). Bu bayramlar mevsimlerin döngüsünü izlemekte ve ekim (Bopfau festivali) ve çavdar hasatı (Genani festivali) zamanı gerçekleşmektedir. Ancak günümüzde, İngiliz işgali altındayken öğrendikleri Polo oyunu en çarpıcı buluşmalara neden olmaktadır. Pakistan ordusundaki yıllarından sonra memleketine geri dönen eski Mir’in oğlu, gazeteci Stanley Stewart’a “Polo bölgemizde vazgeçilmez bir tutkudur” diyordu. “Savaşın bir tür yeniden ikamesidir”. Tobe’nin 1960’lı yıllardan aktardıkları, Stanley Stewart’ın söyledikleriyle tamamen örtüşmektedir: “Bu ülkede, polo’da kurallar en aza indirgenmiştir ve oyun kısa sürede topun unutulduğu, ikinci plana atıldığı bir ortaçağ savaşına dönüşmektedir. At ve toz bulutu içerisinde biniciler sopalarını birer mızrak olarak kullanarak birbirine saldırmaktadır. Fırsat buldukça geri dönüyor ve izleyicilerin etrafa savrulduğu kalabalığa doğru dörtnala koşmaktadırlar. Gazeteci daha sonra kulüplerden birinin galibiyeti sonrasında gelişen olaylara tanık olur: “Maçın sonunda çalgıcılar polo sahasına vahşice ezgiler çalarak hücum ederler, galip gelenler zil zurna sarhoş futbol taraftarları gibi çember oluşturup dans etmeye girişirler ve polisler kutlamaya katılımlarını ortaya koymak için kalabalığa deliler gibi saldırmaya başlarlar! Ve herkes kutlamayla meşgulken, tamamen unutulan muhteşem atlar, nalları üstünde, otlaklara doğru çıkan yollardan, çaktırmadan sahadan sıvışırlar.” İnsanlardan uzak olmaları mütevazı ve gözkamaştırıcı cennetlerini korumaya yetecek mi? Mir’in oğlunun Stanley Stewart’a ilettiği umuttur bu: “ Hunzalıları üstün yapan ve biz Batılılardan bu kadar farklı kılan nedir? Keşfettiğim en basit, en temel nokta, neşe ve mutluluklarını yaşamın en basit gerçeğinden, yaşama ediminin kendisinden aldıklarıdır. Yaşamak onlar için Dünyanın en yüce, en önemli ve en büyüleyici maceralarından biridir.” Hélène LABERGE
__________________
|